Uçmadan da oluyor mu?

Atatürk Havalimanı’ndan son uçuş günü hatırası

Pandemi öncesinde bir ayağı dünyanın bir ucunda olan, her an pasaportunda vizeleri ve kapının arkasında valizi hazır bekleyen bir profesyoneldim. Son dönemde günü birlik Avrupa uçuşlarım bile olmuştu ve bu yaşam biçimini o kadar benimsemiştim ki normalim buydu artık benim.

Uzakdoğu uçuşlarım ise benim için bir iş seyahati olmaktan çok öte, dünyanın Doğudan dönüşümüne şahit olduğum bir zaman tüneli gibiydi. Son 20 yılda gözümün önünde Çin değişiyor, dönüşüyor, kocaman bir ülke sanki tek ses, tek nefes ortak stratejilerine hizmet eder şekilde hareket ediyorlardı. Bir kurum içinde bile stratejinin tüm kademelere indirilmesinin ne denli zor olduğunu bilen bilir, burada bahsettiğimiz 1,5 milyarlık bir ülke ve üstüne üstlük hep aynı strateji de değil bahsettiğim, benim gördüğüm kadarıyla her 10 yılda bir değişen ve şu günlerde üçüncü 10 yıllık stratejisini hayata geçiren Çin’den bahsediyoruz. Bunları yerinde izlemek, beş on yıl içinde devasa büyüyen fabrikaların hikayelerini yerinde ve fabrikaları gezerken dinlemek, TaoBao da , Alibaba da markalaşma hikayelerini dinlediğiniz iş insanları ile sohbet etmek, gece otele gidip yatağa yattığınızda duyduklarınız ve yaşadıklarınızın etkisiyle heyecandan uyuyamamak… paha biçilemez deneyimler bunlar.

Pandemi ile birlikte her şeyi online a çektik, aynı insanlarla, buluşcularla, iş insanları ile görüşmeye devam ediyoruz. Online toplantılar, fuarlar, seminerler gırla gidiyor, günde en az 12 saat ekran başındayız ama o heyecan var mı, o fabrika gezileri, o iş yemekleri, o stand ziyaretleri, o hollerde karşılaşılan ve bir anda iyi bir iş fırsatı yakaladığınızı hissettiğiniz ayaküstü sohbetlerin hazzı, o iyi bir iş bitirmenin keyfiyle el sıkışılıp karşılıklı hediyelerin verildiği toplantı çıkışları ile “leave” yazan Teams toplantı butonu aynı heyecanı veriyor mu?

Bana vermiyor.. asla vermiyor… İşler aynen yürüyor, ürünler geliştiriliyor, toplantılar online yapılıyor, fikirler paylaşılıyor ama muhakkak bir şeyler eksik kalıyor ve bu eksikler hepimizde birikiyor. Bu eksikleri ve yarattığı kayıpları şu anda fırtınanın ortasında hissetmemiz zor, eldeki imkanlarla işlerimizi yürütmeye çalışıyoruz ama ortalık durulup da daha sakin gözlerle etrafı süzeceğimiz günler geldiğinde kayıplarımızı daha iyi analiz edebiliyor olacağız.

Pandemi öncesi iş yapış şekillerinden dönüştüremediğiniz ve kaybolmaya yüz tutan neler var bir düşünün, onları bu şartlar altında en azından ileride yeniden filizlenebilecek kadar beslemeye devam edin derim. Ben öyle yapıyorum ve ilk izin verilip de yola çıktığımda tüm eksikleri kapatmaya hazırlanıyorum.

Fortune 500 Executive’lerinden James Author’un şu sözü derdimi daha iyi anlatabilir belki de. ” There is no business, there are only people. Business exist only among people and for people”

İş yok, sadece insanlar var. İş yalnızca insanlar arasında ve insanlar için var ve biz insanlar sadece bir ekranın arkasından bildiğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz iş ilişkilerini kuramayız, kuramıyoruz.

Sonuç olarak ben uçmadan olmuyor diyenlerdenim, ya siz?

Dünya Gazetesi -08.03.2021

2020 yılında Türkiye’ye Cesaret Veren Kadınlar’dan biri olarak seçildim.

Hem kendimi, hem dokunduğum herkesi cesaretlendirmeye ve inandıkları yolda yürümeleri için onlara ışık olmaya devam!

En Etkili CMO !

Haftaya mini seyahatlerin ve toplantıların bol olduğu, toplantıların yarısına arabada katılacağımı bildiğim bir gündemle girmiştim. Bir yandan da bu hafta başında başlayıp 14 gün sürecek olan bir zorunlu sağlık diyeti başlıyordu ve bu diyet aslında sadece evde kalıp sınırlı listeden beslenmemi gerektirecek kadar bağlayıcı olduğundan hafta boyunca da evden kahvaltı ve öğle set menusu hazırlayıp yola çıkmam gerekiyordu.

Bu şekilde başlayan Pazartesi gününün sabah toplantılarını bitirince odama Neslihan ve Buket girdi, gözleri pırıl pırıl, yüzlerinde gururlu bir tebessüm vardı. Herkesten, benden de önce “basın takip”ten haberi almışlardı, Fortune Turkey tarafından yapılan ve metodolojisi paylaştığım haberde detaylı verilen bir araştırma ile Türkiye’nin En Etkili 50 CMO sundan biri olarak seçilmiştim.

Belirsizlik yönetmek bizim gibi Türkiye’de yetişmiş ve çalışmış liderler için ortamın doğası gereği kuvvetli olan kaslarımızdandır. Pandemi dönemi bir kez daha bu yetkinliklerimizin sınavından geçtik. Tüketici davranışları ve ihtiyaçları hızla değişti, bunu anlamak ve çok hızlı bir şekilde iş planlarına dönüştürmek gerekiyordu. Ürün, iletişim, sosyal sorumluluk tarafında bir anda yılın başında yaptığımız bütün planları elden geçirmemiz gerekti, tüketicimiz neredeyse orada olmamız, duygularını anlayıp yanlarında olmamız gerekiyordu. Hala da bu sürecin içindeyiz.

Tedarik zinciri yine iş hayatımda hiç rastlamadığım türden bir karışıklık içindeydi. Emtia fiyatları, nakliye sorunları, ülkelerin üretimlerinin pandemi nedeniyle ara ara durması, kapılar kapalı olduğundan üretici ve satış kanalları ile yeniden şekillendirilmesi gereken iletişim yöntemlerini netleştirmek gerekiyordu. Hala da bu sürecin içindeyiz.

Çalışan tedirginliği, ekiplerin huzurlu bir şekilde akışta kalabilmelerini sağlamak, pandemi şartlarında ürün geliştirme, satınalma, pazarlama süreçlerinin tamamen ofisten uzak yönetildiği günler, hibrit yapı kurguları, fabrikalara giriş çıkış zorlukları yine bu dönemin çözülmesi gereken konularındandı. Hala da bu sürecin içindeyiz.

Bu arada 5 ay içinde Arzum’un halka arzı, ön sunumları, ajans seçimleri, pandemi şartlarında online destekli kurumsal yatırımcı sunumları, basınla programlar, iletişim kampanyası şekillendirme de 2020 nin büyük ve sonu çok tatlı bağlanan işlerinden biriydi. Hala da bu sürecin içindeyiz. Paydaşlarımız artık bizim ortağımız da olan halkımız olduğu günden itibaren yönetişim boyutunda da birçok yeniliğe adapte olma sürecindeyiz.

Hal böyleyken gelen bu ödül dönüp nasıl bir yıl yaşadığımızı düşünmeme neden oldu ve yaptığımız onca başarılı işi kimlerin desteği ile ve nasıl yapabildiğimize baktım.

2020 yılında tüm Arzum bir yürek olduğumuz günlerin duygu yoğunluğunu hala yaşıyorum. Vizyonu ve desteğiyle arkamızda olan liderler ve hepsi aynı hızda atan kalplerdik biz.. hala da öyleyiz..

Yani bu ünvan hepimizin.. En Etkili CMO nun en Etkili Ekibi!.. Vesile ile asıl ben sizi ayakta alkışlıyorum!

https://pazarlamasyon.com/turkiyenin-en-etkin-50-cmosu-belli-oldu/

Korkma!

İş hayatında kadın olmanın zorlukları zaman zaman bana da sorulan bir soru.

Bu sorunun cevabını her düşündüğümde yapabileceklerime inancımın cinsiyeti olmadığını fark ediyorum. Mühendislik yaptım, fabrika yönettim, Çin’de her biri Türkiye kadar yüz ölçüme sahip Çin’in bölgeleri arasında ingilizce bilmeyen şoförlerle uzun seyahatler yaptım. Bunları yaparken kadın olduğumu ve bu yüzden erkeklerden daha dezavantajlı olduğumu hiç hissetmedim. Daha doğrusu bu hissi kabul etmedim, çünkü biliyordum ki aslında zordu. Ben kadın kimliğimden bağımsız bir dünya insanı olarak var olma çabası gösteriyor olsam da bana bakanlar sadece güzel bir kadın olarak beni görüyor olabilirdi. Beynimin üstünlüğü, farklılığı veya güzelliği cinsiyetimin gölgesinde kalabilirdi.

Zor olduğunu kabul edersem “korku” hemen gelecekti, pusuda bekliyordu.

Bir gün Çin’de iki bölge arasında önceden pazarlığını yapıp bindiğimiz bir taksi 2 saat sonra “benim diğer bölgeye geçme ruhsatım yok” diyerek beni otoban üzerinden indirmeye çalışmıştı. O an çok korktuğumu hissettim, çünkü arabayı otobanda arıza şeridine çekti ve Çince konuşmaya başladı, hemen Çin’li kontaklarımdan birini arayıp şoförü ek bir para ile devam etmesine ikna ettirmeyi akıl ettim ama o 10 dakikada gözümün önüne o günlerde 7 yaşında olan oğlumun yaşlı masmavi gözlerinin geldiğini ve “ben ne yapıyorum burada Allah aşkına!?” diye sorduğumu da hatırlıyorum kendime.

Yine bir gün metro ile şehrin dışında bir otele gidiyordum. Bilen bilir, Çin’de korsan taksi şoförleri kendilerini seçmeniz için insanın üstüne yürüyerek ısrar ederler, metro istasyonundaki bekleyen hemen herkesin erkek korsan taksi şoförleri olduğunu bir anda hepsi üstüme yürüyüp seslenmeye başladığında fark ettim, ürktüğümü belli etmemeye çalıştım ama anladılar ve bir anda işin rengi değişti, o an etrafımı taksilerden birini seçmemden daha farklı bir sebeple çevrelemeye çalıştıklarını hissettim, gülmeye ve birbirlerine Çince şakalar yapmaya başlamışlardı. Yine orada hem korktum, hem de beni korkutabildiklerine çok üzüldüm, çünkü kadın olduğumu ve korkmam gerektiğini hissettirmişlerdi.

Bazen bu uç örneklerdeki gibi fiziksel olarak üzerinize yürünebildiği gibi bazen ruhunuza ve psikolojinize de ataklar görebilirsiniz. Bu ataklar bazen rekabetten dolayı bilinçli bir şekilde yapılırken, bazen de erkeğin veya kadın hem cinsinizin ailesinden ve toplumdan öğrendiklerinden ve kadının yeri konusunda bilinçaltlarına işlenen kodlamalardan dolayı olabilir ve her seferinde istisnasız yapılmaya çalışılan sizin korkmanız ve yerinizi bilmenizdir.

Bazen de hayallerinizin peşinden gittiğinizde iyi bir anne, iyi bir eş olmayacağınızdan kendiniz korkarsınız. Çok destekci bir eşiniz bile olsa, etrafınızda sizi yüreklendiren insanlar bile olsa aynen girişimcilikteki gibi sizin öncelikle korkusuzca o ilk hamleyi yapmanızı bekleyeceklerdir, bunu unutmayın. O hamleyi yapma aşamasında “ya ailemi ihmal edersem ” demeye başlarsanız, yine başa sardınız demektir, korku yine iş başındadır. Çalışan, kariyer hayalleri olan bir kadın olarak anne olmak hiç kolay değil ama asla da ikisi birbiriyle beraber yürüyemeyecek roller değil, pedagog desteği alın, çocuklarınızla hayallerinizi paylaşın, onu da hikayenizin içine alın. Bir çocuğun en çok görmek isteyeceği şey ayakları yere sağlam basan, özgüvenli ve mutlu bir anneye sahip olmaktır. Temel ihtiyaçlarımızı karşılarken kendi benliğini , hayallerini kaybetmiş annelerimizi düşünün, ne hissediyorsunuz? Keşke başka türlü olsaydı değil mi?

Biz kadınların yine çalıştığımız kurumda ortada bir kariyer fırsatı varsa bir adım öne çıkma ve bunu talep etme korkusu yaşadığını da görüyorum. Bunun da arkasında hem eş, hem anne, hem çalışan kadın olmanın getirdiği “acaba daha fazlasını kaldırabilir miyim? becerebilir miyim?” endişesi yatıyor. Oysa doğanın bize hediyesi çok fonksiyonluluk, bizim becerebildiğimizin yarısını yaparak yeni fırsatlar için talepkar olan, parmağını hemen kaldıran erkeklere bakın, nasıl ilerlediklerini fark edeceksiniz. Yeni bir role soyunmak için mükemmel olmak zorunda değilsiniz, her şeyi bilmeyi bekleyerek zaman kaybetmeyin, mahcup olurum korkusu size sürekli zaman kaybettiriyor. Görmüyor musunuz?

Özetle, dışarıdan da gelse, içimizden de gelse “korku” biz kadınların en büyük bariyeri. Cesaretimizi toplayıp yola çıktığımızda yolun aydınlığı korkunun karanlığını yenecek. Korkmayın! Korkmayalım!

Okkalı Sohbetler!

Ekonomi Gazeteciler Derneğinin Okkalı Sohbetler serisinde Tezmaksan Yönetim Kurulu Üyesi Sevgili Fatma Aydoğdu ile Arzum’un halka arz ile taçlandırılmış 55 yıllık hikayesini, Dünyaya Türk kahvesini sevdiren markamız OKKA yı, Arzum’da cinsiyet eşitliği yaklaşımını ve daha birçok konuyu konuştuk.

Clubhouse heyecanı!

Şu son 3 günün gündemine bomba gibi düşen yeni bir platform : Clubhouse !

Ben de tabi 3 günden beri içindeyim, oda oda gezip platformun varlık amacını, katılımcıların erken evrede bu platformu nasıl kullandıklarını inceliyorum, kendim de bir deneğim, dün akşam ilk konuşmamı bile yaptım.

Bugün bir düşündüm de son 15-20 yılda çıkan her platformun ilk kullanıcılarından olmuşum. Facebook, Twitter, Instagram, Blogspot, Pinterest, Foursquare hemen hepsinde ilk kullanıcılardanım. Blogspot geldiği gün blogumu açıp 5 yıl boyunca hep yazdım.

Hatta www. öncesi üniversiteler arası Odtu merkezli intranette bile benim durumum aynıydı. Kaldı ki mühendislik okuyanlar bilir, o dönem gece gündüz ders çalışmaktan başka bir aktiviteye zaman bulmak çok zordu. Intranete şimdiki gibi evdeki bilgisayardan, eldeki mobilden değil sadece üniversitenin bilgisayar odasından girilebiliyordu ama işte çaresi yoktu, bir yenilik varsa ben içinde olmalıydım

Sonra Türkiye’de ilk özel radyolar İstanbul’da kuruldu. Genç Radyo yayına başladı, hiç unutmam ben o gece sabaha kadar radyo dinledim, okula giderek kaçırmak bile istememiştim yayını, onu da hatırlıyorum. Birkaç ay içinde Eskişehir’de özel radyoların kurulacağını öğrendiğim gün Radyo Flash’ın kapısına dayanmış ve herhalde Eskişehir’in ilk program yapımcı ve sunucularından da biri olmuştum. Sonra mı? Üniversite hayatım boyunca sıfırdan radyo kurma da dahil 4 yıl radyoculuk, kendi çapımızda ünlülük vs . işte öyle bir meraklısıydım yeni mecraların, oluşumların.

Gelelim Clubhouse’a. Dün gece aynen Türkiye’de ilk özel radyoların açıldığı gece sabaha kadar beni uyutmayan heyecanı yaşadım! Özel radyolarla Clubhouse arasındaki hiçbir platformda bu kadar heyecanlanmamıştım.

Peki neydi bu kadar farklı ve heyecan verici olan?

Instagram, Facebook, Twitter gibi tek taraflı başlatılan ve etkileşim için heyecanla beklenen bir yer değil Clubhouse. Blog gibi görüşlerini yazıp yorum beklediğin bir yer değil. Linkedin gibi sadece iş dünyasını bir araya toplayan bir platform değil.. değil, hiçbiri değil…

Burası bir radyolar demeti! üstelik her kanalda başka konular konuşuluyor.. aklınıza gelen her konuda bir oda bulmanız mümkün.. Türkiye’de veya dünyada ne hakkında konuşulanı dinlemek istiyorsanız ve ne hakkında konuşmak istiyorsanız… Süre yok, sınır yok.

Globalde bazı odalarda canlı müzik bile vardı. Gruplar hem çalıyor, hem sohbet ediyorlardı.

Neleri değiştirecek acaba bu platform? Otellerde, konferans salonlarında yapılan koca koca etkinliklerin, panellerin, zirvelerin bile bu platformda yapılabileceğini hayal edebiliyorum şimdiden. Çok mu anlam yüklüyorum, bakalım göreceğiz.

Daha 3. gündeyiz. Sadece IOS tabanlı şimdilik hatta. Keşfe devam. Bakalım “markalar” olarak nasıl kullanacağız bu platformu? Kullanıcıların hayat verdiği, şekillendirdiği bu yeni platformun ilerleyen günlerde nasıl evrileceğini merak ediyorum. Bir “edit” veririm ilerleyen günlerde.

Biraz daha içinde yaşamaya devam etmek üzere yazımı bitiriyor ve ClubHouse da ARYA kadınları olarak girişimci gençlerle sohbet için açtığımız odaya geçiyorum.

Benim hikayem!

26 yıllık iş hayatımda dönüm noktası olan başarılarımdan, Arzum hikayemden, aile desteğinin öneminden, iş hayatında kadın olmaktan ve kariyer yolculuğunda aldığım zorlu kararlara kadar birçok konu başlığında keyifli bir sohbet oldu.

Bilinen hali yeterli mi?

Innovasyon için ilk neye ihtiyaç var derseniz, belirsizlik derim. Gizli bir ihtiyacı, çözülmemiş bir sorunu, gri kalmış belirsiz alanları görme ile başlayan innovasyon sürecinin anahtar sorusu bende hep aynıdır. “Bu sorunun çözümünün bilinen hali yeterli mi?”

Peki iyi bir fikirle başlayan ve konsept tasarım, modelleme, doğrulama ve üretim süreçleri ve nihayetinden tüketici deneyimi ile son bulan innovasyon yolculuğunda iyi fikre nereden ve nasıl ulaşabiliriz?

İyi fikir için iyi gözlemci olmak ve etrafınızdaki insanları, sokağı, işleri ve yapılış şekillerini, yaşam trendlerini ve bunun toplum üzerindeki yansımalarını çok iyi gözlemlemek gerekir.

Bir örnek vereyim.

İnsanlar sağlıklı gıdaya ulaşmaya çalışırken, gıda fiyatları artarken, gıda israfına bir hassasiyet gelişmişken sizin bir elektrikli sefer tası ile evde pişmiş, sağlıklı, her an sıcacık bir yemek yeme özgürlüğü sunmanızın tüketicide karşılığı olur mu? cevap Evet. O zaman soruyu nasıl sormuş olabiliriz?

Ev dışında beslenmenin bilinen hali yeterli mi?

Bu sorunun cevabını aramak üzere çıktığımız yolun sonunda bugün Türkiye’nin ilk elektrikli sefer tası Foodie’yi ürettik ve pazara sunduk. Foodie ile ilgili kullanıcılardan o kadar güzel yorumlar geliyor ki bir kez daha iyi ki merak ediyoruz, iyi ki soruyor, düşünüyor ve çalışıyoruz diyorum.

Linkini paylaştığım yazı da Milliyet Gazetesi Blog da köşe yazıları yazan yüksek Gıda Mühendisi sevgili Nermin Özge Bilge’nin yazısı.

Yazıdaki son cümleyi keyifle okudum, sizinle de paylaşmak isterim.

“Sevgili Foodie, Sen 2021’in uçan araba haberi olmasan da bizler için gıda sektöründe buna eşdeğer bir habersin. Seni çok sevdik ve aramıza hoş geldin!”

“Sevgili Foodie, sen 2021’in uçan araba haberi olmasan da bizler için gıda sektöründe buna eşdeğer bir habersin. Seni çok sevdik ve aramıza hoş geldin!”

http://blog.milliyet.com.tr/elektrikli-sefer-tasi/Blog/?BlogNo=627841

Hoşbulduk!

şimdi siz de etrafınıza bu gözle bakın, bir sorun tespit edin, bilinen çözümler yeterli mi? yoksa orada bir öğrenilmiş çaresizlik, bir kabullenme mi var? o zaman orada bir fırsat var! Başlayın nefesinizi tutup derine doğru gitmeye, bakalım ne tutup çıkaracaksınız açığa !

İçimizden gelen sesi dinlemeliyiz!

Disney’in Konsept Tasarımcısı Luc Mayrand ‘ın bir sözü hep aklımdadır. “Mantığınızın sizi iyi bir fikirden uzaklaştırdığını farkederseniz önce mantığınızı sorgulayın, sonra fikri sorgulayın. Mantık tasarımın ve hikayenin gücünden daha az etkilidir.”

Bugün eskisinden çok daha fazla dataya sahibiz. Kendimizi dataların bize sunduğu konfor alanında çok iyi hissettiğimiz şüphesiz. Alınan kararların arkasına bir data koyabilmek normal dünyada kafamızı yastığa rahat koymamız için yetiyor ama peki mantığımızla harmanlanmış bir data analizi innovasyon için yeterli mi?

Mantık ve data temelli bir analiz her zaman yenilikçi fikir karsında bir argüman bulacaktır. Aslında mantık ve data bu anlamda işini de yapıyordur ve ona alan bırakmak daha verimli ve yaratıcı olmak için güzel bir karşıt araçtır ama dikkatli kullanılmazsa fikri öldürebilir, enerjiyi söndürebilir. Sezgileriniz doğru yolda olduğunuzu söylüyor ise her şeye rağmen bir müddet daha sezgilerinizin peşinden gitmeniz tünelin ucundaki ışığa sizi ulaştırabilir.

İç sesinizi duyabilmek bir beceri işidir ve herkes yapabilir ama bolca pratik yapmak gerekir. Yapılan her işe mantıkla, datayla baktığınız kadar “kalbim ne diyor ” diye de bakmaya başladığınızda sezgilerinizin gücünü kullanmanın pratiğini de yapmaya başlarsınız.

Bu noktada bahsettiğim sezginin günlük sıradan sezgiden çok bilgi, tecrübe, gerçeklikten beslenen bir sezgi olduğunu da hatırlatmak isterim. Belli bir alanda derinlemesine deneyim edinmişseniz beyninizin için kıyaslama için kullanabileceğiniz ciddi bir data birikmiştir. Bu birikim sezgiyi çok daha kaliteli bir araç haline getirir.

Sezgileri ifade etmek hiç kolay değildir. İnsanların buna yüreklendirilmesi gerekir. Data temeli olmayan işlerin güvenilirliği ne kadar sorgulanırsa sezgilerin işe katılmadığı işlerin başarısı da o kadar sorgulanmalıdır. Siz veya çalışanlarınız aşırı analiz ile iç sesinizi duyamayacak kadar baskı altında olabilirsiniz, bu durumda masanızdan kalkın ve bir sakin alanda iç sesinizi duymak için bir alan açın ve kendinizi sakince dinleyin. İyi dinlerseniz sizi tasarımda, innovasyonda doğru yola götüren en iyi araçlardan birinin de sezgileriniz olduğunu göreceksiniz.

İlham verici ve aynı zamanda bulaşıcı da olan bu alanı etrafınızdakilerin de kullanabilmesi için onlara bir innovasyon veya pazarlama fikrini tartışırken ne hissettiklerini sorun. İlk anda buna hemen cevap alamayabilirsiniz ama bir kere fitili yaktınız artık. Yüreklendirmeye ve sormaya devam ederseniz mantık, data ve analiz kadar kuvvetli bir innovasyon aracınız daha artık elinizdedir.

Analitik düşünme ile iç sesini dinlemenin birbirinin karşıtı olmadığını birbirlerini tamamlayan ve birlikte hareket edebilen iki kuvvetli araç olduğunu bilmek ve ikisinin de pozitif yönlerini alarak ilerlemek yaratıcı işler çıkarmak için en ideal yaklaşımdır.

Hızlı hızlı başarısız olmalıyız!

Yıllardır hem düşünüp hem de aksiyon almak için kendi ekosistemimi zorladığım konu şu pandemi döneminde artık hemen her gün kafa yorduğum bir şey haline geldi. Dijital dönüşüm baş döndürücü bir hızla gerçekleşti, teknoloji neredeyse elimiz ayağımız oldu. Evlerimiz sadece evimiz değil ofisimiz, cafemiz, restaurantımız, sinema salonumuz, spor salonumuz oldu. Sağlık tarama testlerimizin evde yapıldığı, sonuçların doktora direk ulaştığı ve görüşmelerin bir tuşla gerçekleştiği günlerin içindeyiz. Evleri robotlar temizlesin, cihazlar kahve demleme, yemek pişirme tarzımızı öğrensin istiyoruz. Kendi zekamız harika da olsa yapay zekanın da artık bir katman oluşturması ve ikisinin kombinasyonu hibrit bir insan olma yolunda kabullerimiz ve ihtiyaçlarımız artıyor. Bundan sadece 2-3 yıl önce sosyal medya kullanmaya başlayan anneanneleri dedeleri kutlarken onların da bakım için evde kendilerine bir yardımcı robot isteyecekleri, ilaçlarının saatini hatırlatacak ve hatta yataklarının başına getirecek bir yardımcıyı yadsımayacakları ve hatta kaynaklarını buna aktarmak isteyecekleri aşikar. Annemin ikide bir robot süpürgelerle ilgili soru sormasından bile anlayabiliyorum bu dramatik değişimin işaretlerini.

Peki teknoloji tüketmede hal böyleyken, biz teknolojiyi üretmede daha ne kadar geri kalacağız? Hızlanmak için ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabını bir çok açıdan ele almak istiyor ve bugün inovasyonda “cesaret” konusu ile başlamak istiyorum.

Korkusuz bir yaklaşım, sizi ve çevrenizdekileri hele de bu belirsizlik çağında inovasyon konusunda cesaretlendirir. Korkusuz olmak derken mantıksızca hareket edip bir anda her şeyi tepetaklak etmekten bahsetmiyorum. Makul ve mantıklı, motive edici korkusuzluk bizim dinamik ve yenilikçi olmamızın önünü açar. Yenilikcilik için korkmanız gereken tek şey “vasatlıktan” korkmaktır. Korku aslında yeni ve taze bir şeylere yaklaştığınızın da habercisidir. O noktada üstüne giderseniz altından yeni bir inovasyon sahası çıkma ihtimali çok yüksektir.

Korkusuz olmak için “başarızlık” fikrinden korkmamak gerekir. Burada zihnimizin bize yaptığı oyunlardan da bahsetmek isterim. Başarızlık fikri aslında bir düşüncedir ve çoğunlukla da zihnin bize bir oyunudur. Son dönemde okuduğum ve çok keyif aldığım Piraye’nin SEYIR kitabında da bu konu harika işlenmişti. Zihin eğer sürekli başarız olmayı düşünürse , endişeler öylesine güçlü bir fren olacaktır ki başarısız olmanız kaçınılmaz hale gelir. Özel hayatta da, iş hayatında da zihnin bu oyunlarına gelmemek başarının sırlarından biri.

Başarısız olma fikrinden bir çoğumuz uzak durmaya çalışıyoruz ama söz konusu inovasyon ise bu çok yanlıştır. Inovasyon yapmak için hata yapmak konusunda rahat olmanız gerekir. Hem kendi cesaretiniz, hem de içinde bulunduğunuz ortamın sizi cesaretlendirmesi çok kıymetlidir. Hata yapmanın başarma sürecinin bir parçası olduğunun kabul edildiği bir kültür yaratabilirsek, inovasyon yarışında biz de varız diyebiliriz.

Kendinizi ve bulunduğunuz ortamı başarısızlığın inovasyonun ayrılmaz parçası olduğuna ikna edin. Korkunuzu azaltmak, belirsizliğin altındaki hazinenin heyecanını duymak öğrenilebilecek bir beceridir ve bu beceri sizi eski bir atasözünün de dediği gibi “hızlı hızlı başarısız ol” maya ve böylece o inovasyona olabilecek en hızlı zamanda kavuşmanıza motive edecektir.